Karakutu, Imagine Center for Conflict Transformation ve Institute of Public Policy ortaklığıyla gerçekleştirilen, Ermenistan-Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı tarafından desteklenen Workshop for Turkish-Armenian Dialogue and Memory Walk katılımcılarından Zeynep Doğusan izlenimlerini paylaşıyor.
Bir Şeyleri Değiştirmek Mümkün mü? – Türkiye-Ermenistan Projesi Tecrübem
Zeynep Doğusan
Bir problemi çözmeye nereden başlarsınız? Yeni bir insanla tanışmak veya yeni yerler görmenin kişiyi değiştirdiği muhakkak, peki bu değişim ne kadar uzun süreli olabilir? İki ülkenin, Türkiye ve Ermenistan’ın, “malum dertleri” ni konuşmak üzere geçirdiğimiz iki hafta, çatışma çözümü açısından ilham verici bir tecrübeydi. Türkiye’den Karakutu ve Ermenistan’dan Imagine Center’ın birlikte düzenlediği Dialog ve Hafıza Yürüyüşü Programı nedeniyle iki ülkeden toplam 16 genç bir araya geldik. Nisan ve Mayıs aylarında İstanbul ve Erivan’da dün, bugün ve geleceği konuştuğumuz çeşitli workshoplar ve hafıza yürüyüşleri gerçekleştirdik.
24 Nisan akşamı Karakutu’da ilk bir araya geldiğimizde birbirimize karşı biraz tedirgin ve çekingen olduğumuzu hatırlıyorum. Kimin Türk kimin Ermeni olduğunu anlamaya çalıştığımı ve ufak diyaloglarla ayak üstü tanışmaya çalıştığımızı. Endişelenmeye gerek olmadığını ve konuşacak çok fazla vaktimiz olduğunu uzun süreli oturumlardan sonra anladım. İstanbul’da geçirdiğimiz sürede öncelikle grup içi kaynaşma çalışmaları yaptık. Diğer günlerde ise çeşitli oturumlarda Ermenistan-Türkiye tarihi ve toplumsal hafızasını tartıştık, Karakutu’nın Hafıza Yürüyüşünü tanıyıp tecrübe ettik. Beraber geçirdiğimiz beş gün boyunca en çok vakti diyaloğa, yani birbirimizi dinleyerek yaptığımız konuşmalara ayırdık.
Diyalog kelimesi Türkiye’de konjönktürel olarak biraz anlamını yitirmiş olsa da yaptığımız çalışmayı anlatmak için en doğru tabirdi. Özellikle, Türkiye Ermenistan ilişkilerini etkileyen tarihi olayları tartıştığımız oturumda, birbirimizin hassasiyetlerini anlayarak konuşmak ve her iki taraftaki farklı bakış açılarını anlamak için hem herkesin kendini herhangi bir baskı olmadan ifade etmesi hem de başkası konuşurken can kulağıyla dinlemesi gerekiyordu. Normalde böyle toplantılarda sanki önceden karar verilmiş bir sonuç noktası, ya da havada dolaşan ve tüm tartışmanın üslubu ve yörüngesini belirleyen bir “norm” un bu oturumlarda bulunmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu açılan alan, konuşan ve dinleyeni kendini ifade etme açısından özgürleştiren aynı zamanda meseleyi politik doğruculuktan kurtarıp hakikiliğe evirten bir imkân sağladı. Duyduklarımız karşısında içimizi burkan ve bizi sessizliğe iten anlar da yaşadık, gerildiğimiz anlar da ama bu konuşmayı sürdürmemizi engellemedi. İki ülkenin ulusal kimliğinin yazımı için önemli olayları tartışmak, ya da başka bir ifadeyle aramızdaki tarihi düşmanlığın nedenlerini konuşabilmek tabii ki zordu, ama herkes birbirini anlamaya bir o kadar açıktı. Belki de bu sayede hepimiz bu tartışmalardan tamamen aynı noktada buluşmamış olsak bile birbirimizi anlamış olarak çıktık.
Oturumlarda neleri birlikte neleri farklı olarak hatırladığımızı, bu hatırlama ve hatırlatma meselesinin toplumsal karşılılıklarını tartıştık. Karakutu’nun bu buluşmaya özel olarak organize ettiği Hafıza Yürüyüşü ise bu tartışmalara tamamlayıcı olarak, bizi şehrin hatırlamaktan kaçındığımız hafızasıyla yüzleştirdi. Tüm gün geçirdiğimiz salondan çıkarak şehrin sokaklarında kayıp olanın izini sürdüğümüz bu yürüyüşte sadece Ermeni arkadaşlarımız değil biz de bilmediğimiz hikâyeler keşfettik. Ermeni sanatçı Komitas (veya buralarda söylenen adıyla Gomidas)’ın hikayesini Harbiye’de bir apartman dairesinde bulmak 20.yy’da İstanbul’da yaşayan etnik çeşitliliği nasıl kaybettiğimizi düşünmek açısından önemliydi. Ermenistan’da müziğe olan katkısıyla milli bir kahraman olan Komitas’ın aslında hayatına Anadolu’da başlamış olduğunu, 1915’teki trajediye kadar son günlerini ve kariyerinin zirve noktasını İstanbul’da geçirdiğini öğrenmek, iki toplumun nasıl birbirinden koptuğunun acı örneklerinden biriydi.
Tarihi bir gerçeği öğrenmek, şahit olmak veya onun acısını taşımak elbette farklı şeyler, ama aralarında bağlar kurmak mümkün. İstanbul’da geçirdiğimiz bir haftada ulusal tarih ve kişisel tarihimiz, toplumsal hafıza ve aile hatıralarımızı bu açıdan yeniden düşündük. Komitas’ın hikayesi tarihi nasıl öğrendiğimizi, arkadaşlarımızın anlattığı 1915 hatıraları ise aile ve toplumsal hafıza ilişkisinin önemini anlamamızı sağladı. Projenin son günü yaptığımız eski Agos ofisini ziyaretimiz ise, projenin tüm katılımcılarının yaşarken şahit olduğu Hrant Dink’in öldürülüşü üzerinden aslında ortak acılarda buluşabileceğimizi gösterdi.
Bu zaman zarfında iki ülkenin sadece tarih bilimi ya da politik zeminde konuştuğumuz meselelerini insani ve toplumsal bir boyuta taşımış olduk. Proje katılımcıları arasında kurduğumuz ilişki, birbirinin kültürünü tanıyan ve sonunda birbirine “saygı” duyan bir uluslararası arkadaş grubu ilişkisi değildi. Proje sonunda birbirinin değerlerini ve kaygılarını önemseyen ve birbirine sahip çıkan bir ekip haline geldik. En başta birbirinin milliyeti harici hiçbir şey bilmeyen bir grup olarak birlikte geçirdiğimiz beş gün sonunda, sevilen şarkılar, kitaplar, yemeklere kadar tanıdığımız yakınlarımızdan ayrılıyor hissimiz belki de bundandı. Uzaktan bakılınca pek de mümkün görünmeyen çözüm süreçlerinin, kendi yaşadığımız değişime bakınca birkaç adım ötede olduğunu fark ettiğimizi söyleyebilirim. Evet, bir şeyleri değiştirmek mümkün, kalıcı olmasını sağlamak ise sanırım bu tecrübeyi yaygınlaştırarak mümkün olacak.