Bilhassa son 10 yılda Türkiye’deki demokratikleşme tartışmalarında geçmişe ilişkin adaletin tesis edilmesi ve hakikatin tanınması talepleri vazgeçilmez konular halini aldı. Bu talepler kurban yakınları ve ayrımcılığa uğramış gruplar açısından hep geçerliydi elbette. Fakat siyasal sistemin demokratikleşmesiyle geçmişle hesaplaşma arasında bu denli doğrudan bir ilişki kurulması görece yeni bir olgu. (1) Kendi kimliğinden olmayan bir grubun yaşadığı tarihsel haksızlıkların tanınması ve kabulü için önceden beri mücadele veren aydınlar tabi ki hep vardı. Fakat bu dönemde toplumsal gruplar geçmişin adil ve çoğulcu bir biçimde tanınması ve cezasızlığın son bulması için daha fazla ses çıkarıyorlar.
Tarihsel haksızlıklara ilgi, tarihsel bir meraktan kaynaklanmıyor. Kurbanlar ve yakınları açısından cezasızlığın son bulması, sevdiklerinin cenazesinin bulunması veya verilen zararların tazmini gibi son derece meşru talepler hala geçerli. Genel olarak ise siyasi mücadelelerin geçmişin tanıklığına ve hatırlamanın bilgeliğine başvurmadan verilmesinin yetersiz olacağının kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Geçmişi irdelemeden, er Sevag’ın 24 Nisan’da, milliyetçi bir er tarafından hangi motivasyonlarla öldürüldüğünü anlayabilir miyiz?(2) Cinayeti işleyen bu er okulda nasıl bir tarih eğitimi aldı? Mahallede takıldığı mekanlardaki gündelik sohbetlerde nelerdi? Maruz kaldığı medya Ermenilerle ilgili konuları nasıl ele alıyor? Sosyalleştiği siyasi çevreler varsa, bu çevrelerin siyasi söylemleri neydi? Soruları çoğaltabiliriz. Ama bu cinayeti gerçekten anlamak ve benzerlerini önlemek istiyorsak, farklı mecralarda geçmişin nasıl hatırlandığını ve anlatıldığını da sorgulamak zorundayız.
Diğer birçok siyasi gelişmeyi analiz ederken, toplumun zihnine geçmişin nasıl “işlendiğini” sorgulamak zorunda kalırız. Geçmiş biz istesek de istemesek de çevremizi kuşatır, bugün yaşadığımız sosyal veya ekonomik bir sorunu anlayabilmenin anahtarlarından biri olur çıkar. “Hatırlamak,” siyasetin önemli bir alanı haline gelir. Ötekileştirilmiş gruplar ve muhalifler de, aşırı sağcı gruplar da, sermaye grupları da, ana akım partiler de bu siyasetin içinde farklı mücadeleler verir.
Dönüp dolaşıp demokrasi ve insan hakları düzeyimize geliyoruz…
Neyi ve nasıl hatırlayacağımız ilgili kararların hangi şekilde alındığı, hakikatin ve adaletin tarihsel olarak dışlanmış gruplar için bir hak olarak tanınıp tanımadığı bu iki düzeye ilişkin önemli göstergelerdir. Biraz da basitleştirerek dile getirecek olursak, geçmişi nasıl hatırladığımız ne kadar demokrasi ve hukuka sahip olduğumuzun özetidir. Hatta geçmişle hesaplaşmaktan kaçmak elimizdekileri bile yitirmemize neden olabilir. İkinci sınıf demokrasimiz daha da geriler. Hatırlamak da tek başına ise yaramaz tabi. Yoksa “geçmişle hesaplaşma”nın şampiyonlarından biri olan Güney Afrika`daki sosyal eşitsizliklerin hala çözülmemiş olmasını açıklayamayız.(3) Hatırlamak adaleti ve eşitliği nasıl tesis edeceğimize ilişkin bize yıllar sürecek bir yol haritası ve onlarca reformu içeren bir “check list” sunar sadece.
Geçmişle hesaplaşma sivil toplum için önemli bir mücadele alanı. Bu mücadele alanında devletin adalet yönünde adim atması inanılmaz kazanımlar getirecektir elbette. Ama devletin adım atmasını talep etmenin yanında, tabandan toplumu dönüştürmeye yönelik hatırlama pratikleri oluşturmaya devam etmemiz şart.
Bu yazı ilk olarak destekçilerimizden Sivil Toplum İçin Destek Vakfı‘nın sitesinde yayımlandı.
(1) Geçmişle yüzleşmeyle ilgili temel kavramlar için Hüsnü Öndül`ün bu yazisi güzel bir çerçeve sunuyor: http://bianet.org/bianet/siyaset/162928-yuzlesme-ve-ozur
(2) http://www.hurriyet.com.tr/er-sevag-davasinda-karar-cikti-22903445
(3) https://www.theguardian.com/cities/2014/apr/30/cape-town-apartheid-ended-still-paradise-few-south-africa