Dicle Erdoğan, Karakutu Derneği’nin yürütücülerinden olduğu “Never Again” gençlik değişimi projesinin Berlin etabınına dair izlenimlerini paylaşıyor.
Almanya’dan Interkulturelles Netzwerk e.V., Fransa’dan Peuple et Culture, Ermenistan’dan WIYU-Armenia ve Türkiye’den Karakutu ile beraber geliştirilen, Fransız-Alman Gençlik Ofisi (OFAJ/DFJW) tarafından desteklenen Gençlik Değişimi projesi için 26 Kasım — 3 Aralık tarihleri arasında Berlin’deydik.
Projenin amacı, geçmişle yüzleşme ve toplumsal hafıza gibi konulara farklı arka planlardan gelen gençlerin bu konulardaki farkındalığını arttırmak, aslında beraber tartışmak ve gelişmekti. Bu dört ülkeden gelmiş aşağı yukarı aynı yaşlarda, farklı disiplinden öğrencilerdik. Dört farklı dilin konuşulduğu bu grupta ortak dilimiz İngilizceydi ancak bunun çok daha ötesinde bağların kurulduğuna olan inancım sonsuz. Geçirdiğimiz bir haftanın sonunda diyebilirim ki, proje amacını gerçekleştirebilmiş çok güzel bir tecrübeydi. Herkesin eşit katılım sağladığı workshoplar, eğitimler, dil çalışmaları (language animations) sırasında ve hep birlikte adım adım gezme fırsatı bulduğumuz bu şehirde, çok değerli bir şeyi parçası olduğumu hissettim.
27 Kasım sabahı eğitimimizin ilk günüydü. Her sabah, bu dört ülkeden gelen gençler, diğer diller hakkında fikir sahibi olabilsin diye, dil animasyonları yaptık. Başlangıçta sadece adımızı veya nasıl hissettiğimizi söyleyebildiğimiz bu alıştırmalar, her sabah daha da eğlenceli bir hal aldı. Aynı günün devamında herkesin tanışmasını ve diyalog kurmasını sağlamak açısından, hiç de kolay olmayan bir yöntem denendi ve herkesin herkesle konuşmasına fırsat veren bir oyun oynandı. Bu oyunda grupta bulunan herkesle, farklı konular hakkında konuşma fırsatı bulduk. Gerçekten de iki insanın birbirine yakınlık duymasının en kolay yolu ortak paydada buluşmasıydı ve bu çalışmalarla bunu sağladık. Yaptığımız onlarca grup etkinliğinin bence en güzeli, hepimizin ilk gün “umutlarımız, korkularımız ve beklentilerimiz” hakkında yazdığı küçük yazılardı. Hemfikir olduğumuz en güzel konu ise arkadaş edinmek ve birbirimizi tanımaktı. Projenin diğer günlerinde ise, gruplara ayrılarak, kendi ülkemiz için önemli olduğunu düşündüğümüz tarihi olayları anlattığımız, güncel konuları tartıştığımız ve diğer ülkelerin sorunları ve yaşadıkları hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlayan çalışmalar yaptık. Beni en çok etkileyen, her gencin, kendi ülkesindeki ulusal tarih anlatısından şikayetçi olmasıydı. Bu sorundan en az benim kadar, Fransız grup arkadaşımın da rahatsız olması, ya da Ermeni bir gencin, Türkiye ve Türkler hakkında “malum geçmişimiz” dışında hiçbir şey bilmemesi ve bunun kötü bir durum olduğunu düşünmesi oldu. Bağlamları farklı olsa da hepimizin anlatacak çok şeyinin olması güzeldi.
Geçmişle yüzleşme ve toplumsal hafıza konuları belki de doğaları gereği, tartışıldığı ortama bağlı olarak, gergin konulardı ve bunlar, barışçıl bir ortamın sağlanmasını ve herkesin tartışmaya eşit mesafeden katılması şart koşuyordu. Geçmiş deneyimlerimden dolayı bu konuların hiçbir zaman yeterince “verimli” tartışılamayacağını düşünmüşümdür ama yanılmışım. Geçirdiğimiz bir haftanın başından sonuna kadar herkes birbirinin hassasiyetlerini anlayarak, empati kurarak hareket etti. Birbirimize sorduğumuz sorular üzerinde bile düşünüyorduk. Hiçbir baskının olmadığı, herkesin birbirini son derece dikkatli dinlediği bu tartışmalar, bana bu kadar hassas konuların dahi, istenildiği sürece, barışçıl bir şekilde tartışılabileceğini gösterdi. Dört ülkeden gençlerle beraber, geçmişlerimizi kabul ederek ve birbirimizi dinleyerek, sadece “gerçekleri” tartıştığımız her an benim için bu çalışmanın en değerli parçasıydı. Ancak bu konularda konuşmak her zaman kolay değildir, yine de birbirimizin sessizliklerini anladığımız, acılarımızı paylaşabildiğimiz için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Tabii ki ülkelerarası oluşmuş normları tek başımıza yıkamazdık ama kendi adımıza, gençler olarak, kocaman bir adım atmış olduk.
Proje sırasında gerçekleştirdiğimiz farklı grup çalışmalarının temeli de toplumsal hafızaya dayanıyordu. Konumuzun gerektirdiği üzere, bu çalışmaya şehirden, Berlin’den başladık. Her ülkeden en az bir katılımcının olduğu gruplarımızla, bize verilen görevi yerine getirmemiz gerekiyordu. Her grup, Berlin’de bulunan, toplumsal bir olayı temsil eden anıt, sergi veya yapıtı gezmek, onun hakkında bilgi edinmek ve insanlar ile röportaj yapmakla mükellefti. Şehirleri, o şehrin yerlisi gibi öğrenmenin her zaman en değerli deneyim olduğunu düşünmüşümdür ve bu proje de bize bu fırsatı verdi. Grup olarak, İkinci Dünya Savaşı’nda zarar görmüş bir kilise olan, Kaiser Wilhelm Memorial Church’ü görme fırsatımız oldu. Bu kilise uğradığı tüm zarara rağmen -onarılmadan- olduğu gibi bırakılmış bir kiliseydi ve insanlar bu yapıta baktıkça savaşın korkunçluğunu, geride bıraktıklarını hatırlayacaktı. Daha sonra her grup, tamamlamış oldukları görevleri ile ilgili sunum yaptı ve grubun geri kalanına yaptıklarını anlattı.
Berlin ve anıtlar deyince eminim ki büyük çoğunluğun aklına, tam adıyla “Memorial to the Murdered Jews of Europe” geliyordur. Holokost’un insanların aklından silinmesini engellemek için, Berlin’in idari merkezi Cora-Berliner’a yapılan bu anıtın bu çalışmada durak noktamız olmaması düşünülemezdi. Anıtın sancılı hikayesini öğrendiğimiz, kendimizce anlamlar yüklemeye çalıştığımız, tartıştığımız ve de en önemlisi, katledilen Yahudilerin “gerçek” izlerini barındıran kalıcı sergiyi gezdiğimiz bir akşam geçirdik. En sonunda da hepimizden bu müzede geçirdiğimiz vakti bir paragrafla veya bir çizimle anlatmamız istendi. Herkesin birçok şey yazdığını, çizdiğini ancak çok konuşamadığını gördüm. Soykırım, hakkında çok fazla konuşabileceğimiz bir konu değildi bizim için çünkü herkesin içinin burkulduğu saatler geçirmiştik. Konuşmak zordu ama imkânsız değildi. Bu çalışmadan çok şey öğrenmiş ve ortak bir acıyı paylaşmış olarak çıktık.
Üçüncü günümüzde Berlin’de faaliyet gösteren ve antisemitizm yani Yahudi karşıtlığı veya Yahudi düşmanlığı üzerine çalışmalar yürüten KIgA’ya (The Kreuzberg Initiative against Anti-Semitism) gitme şansımız oldu. The Kreuzberg Initiative against Anti-Semitismgitme şansımız oldu. KIgA, kendisini farklı milletlerden ve inançlardan tanımlayan insanların hep birlikte, Yahudi karşıtlığı konusunda çalıştığı ve bu konuda projeler yürüttüğü bir sivil toplum kuruluşu. Pedagojik stratejiler geliştiren ve bunların eğitim çalışmalarında uygulanmasını amaçlayan merkezde, KIgA’dan Emrah Gürsel’in bize projelerinden bahsetmesinden sonra, herkesin sorularıyla katıldığı bir tartışma oturumu yaptık. KIgA, aynı zamanda, 2014 yılında Karakutu ile birlikte “Commitment Without Borders” isimli bir çalışma yürütmüş, antisemitizmi önleme ve Holokost eğitimi alanlarında bilgi sağlamayı amaçlamış ve kapsamlı bir rapor yayınlamıştı. Bu ve bunun gibi çalışmaları hala aktif olarak devam etmektedir.
Sonuncu projemizde ise herkes grup arkadaşlarına ve konusuna kendisi karar veriyordu. Şehir bizim sahamızdı ve ulusal tarih, toplumsal hafıza gibi konularda projeler seçerek, bunlar üzerinde çalışmamız gerekiyordu. Biz grup olarak, bir bağımsızlık anıtı olan East Side Gallery’i ve buna bağlı olarak, bu duvarın sebep olduğu tüm acıları ve travmaları içinde barındıran Berlin Wall Memorial’ı seçtik. İkisi de yaşayan anıtlar olması sebebiyle, insanların doğrudan görebileceği, bağ kurabileceği, dokunabileceği ve yaşananların her daim hatırlanmasına fırsat veren mekânlar. Bu yerleri gezmek, yakından görmek, duvarın parçalarına dokunmak, insanların yaşadıklarını seneler sonra onların ses kayıtlarından duyabilmek, toplumsal hafızanın ne şekilde de var olabileceğini görmemiz açısından önemliydi. Proje üzerinde çalıştığımız iki günün sonunda, gördüğümüz yerler ile ilgili herkesin başka bir fikri vardı. Bunları paylaşmak, ortak paydada buluşmak, fikir alışverişinde bulunmak ve bir sunum ortaya koymak, projeden amaçlananı başardığımızın kanıtıydı. Herkesin sunumundan birçok değerli şey öğrendik. Varlığından haberdar dahi olmadığımız kahramanların hayatlarını dinledik, anıtlar gördük. Bunlara sadece politik olarak değil, aynı zamanda toplumsal olarak yaklaşmış olmak bizi bir ekip haline getirdi.
Berlin’de beraber geçirdiğimiz yedi günü, farklı değerleri tartışmış olsak dahi, hep aynı eksende bir araya gelebilmiş, aynı üzüntüleri paylaşmış, beraber gülmüş ve aynı kaygıları paylaşmış bir arkadaş grubu olarak tamamladık. Paylaştığımız her deneyim, her düşünce ve her an, bu çalışmanın başarılı olduğunun bir göstergesi. Böyle çalışmalar yapılmaya devam ettikçe, gençler birbirini tanımaya ve anlamaya istekli oldukça da başarılı olmaya devam edecek.