Tuğçe Özdemir geçtiğimiz ay gerçekleşen No Hate projesine dair izlenimlerini paylaşıyor
Karakutu Derneği’nden altı kişilik bir ekip olarak, Avrupa Konseyi tarafından 2012’den bu yana yürütülen Nefret Söylemine Hayır Kampanyası’nın (No Hate Speech Movement) bir uzantısı olan “No Hate” Erasmus+ projesine katıldık. Lüksemburg’da düzenlenen bu projede, kampanyanın hedefleriyle paralel olarak, özellikle internet üzerinde nefret söylemi hakkında farkındalığı artırıp pozitif yönde değişimi teşvik etmek amacıyla bir araya gelerek on günlük bir çalışma yürüttük. Bu süre boyunca Rusya, Ermenistan, Lüksemburg ve Türkiye’den gelen ve yaşları, iletişim kabiliyetleri, akademik geri planları çeşitlilik gösteren gençlerle bir aradaydık. Bu sayede hem projenin içeriğini zenginleştirmek hem de ötesine geçerek kültürel diyalog kurmak mümkün oldu.
Öncelikle proje esnasında tartıştığımız konulara değinmek istiyorum. Nefret söyleminin nerede başlayıp ifade özgürlüğünün nerede bittiği, biz ve ötekiler arasındaki sınırların muğlaklığı, nefret söyleminin doğurduğu sonuçlar, internetin bu denli hayatımıza sirayet ettiği bir dönemde bu alanda nefret söylemiyle ne şekilde mücadele edilebileceği üzerine uzun uzun ve farklı metotlar kullanarak çalışma imkânı bulduk. Gündelik dilde sıkça kullandığımız ön yargı, kalıp yargı, ayrımcılık, ırkçılık gibi birçok kavramı baştan ele alıp, zihnimizde yerleşmiş ve kabul görmüş birçok bilgiyi gözden geçirdik. Kimi zaman düşüncelerimiz değişti, kimi zaman aynı kaldı. Fakat düşüncemiz değişmese bile, hali hazırda inandıklarımızı raftan çıkarıp, gerekçelendirip toparlayarak yerine koymak bile başlı başına önemliydi. Bazen hızımızı alamadık, market ekonomisiyle sosyalist ekonomileri tartışma gündemine taşıdık, Dünya İnsan Hakları günü olan 10 Aralık’ta hakları tek tek ele alıp kişisel olarak bizim hayatımızda, gündeliğimizde düştüğü yeri inceledik, evrenselliğini sorguladık. Bazen de çalışmayı duvarların dışına taşırdık; mesela Schengen’e gittik ve sınırlar ve anlaşmalar, Schengen’in kuruluşu gibi konular hakkında bilgi aldık. Kendi aramızda sınırları bir kez daha sorgulayıp eleştirdik. Oraya kadar gitmişken de yürüyerek Almanya’ya geçtik, biraz daha enerjimiz olsa bir tur da Fransa topraklarında atabilirdik.
Projenin içeriğinden bahsederken Karakutu ekibinin katkısından da bahsetmem gerekiyor. Projede bir gün sabah oturumlarını biz yürütmeye karar verdik ve günümüzde dünyanın ama özellikle Türkiye’nin gündeminde önemli yer kaplayan bir konuyu, göç meselesi ele aldık. Nefret söylemi üzerine böyle bir projede farklı görüşten ve geri plandan insanla bir araya gelmişken, bu konuyu es geçmek mümkün olmazdı. Biz de aramızda daha önce böyle bir projede yatay eğitim modelleri ve çalışma metotlarıyla ilgili tecrübesi olan kimse bulunmamasına rağmen, son derece ilgi çekici ve sorgulamaya teşvik edici çalışmalar yaptık. Önce göç konusunda göçmen, sığınmacı, entegrasyon, asimilasyon gibi temel kavramlar üzerinde durup, ardından günümüzde göçle ilgili en yaygın kalıp yargılar üzerinden bir tartışma başlattık. Kimi zaman savunmadığımız halde, farklı görüşlerin de tartışmaya açılması için argümanlar ortaya attık. Sonrasında konuyla ilgili paydaşların göç konusunda karşılaşacağı sorunlar ve aralarında ne gibi iş birlikleri olabileceği konusunu irdeleyip Türkiye örneğine geçtik. Biz de 6 farklı genç olarak, Türkiye’deki göç politikaları hakkında farklı görüşlerdeydik. Dolayısıyla sadece diğer ülkelerden insanlarla değil, Türkiye’den farklı sesler olarak bir araya gelip fikrimizi dile getirip diğer görüşleri de dinleyebilme olanağı bulduk.
Gelelim proje saatleri dışında; kahvaltıda, kahve aralarında, yemeklerde ve akşam proje sonrasında yaşadıklarımıza. Türkiye’den giden grup olarak da büyük oranda birbirimizi tanımıyorduk, Lüksemburg’da tanışmış olduk. Altı farklı insanın bir arada bu denli uyum içinde çalışabilmesine sanıyorum ki istisnai bir durum dememde sakınca yok. Kendi adıma, daha önce ekibin tamamının bu kadar sorumluluk sahibi, anlayışlı, entelektüel seviyesi ve iletişim becerileri yüksek, yapılan çalışmaya katılmaya istekli olduğu bir grupla daha çalışmamıştım. Böylesi çok daha keyifli oluyormuş. Böylece uzun zamana yayılacak dostluklara da temel atmış olduk. Bu grup dinamiğiyle, projeye katkımızın da yoğun olduğunu çekinmeden söyleyebilirim; kültürel diyalogun daha ön planda olması beklenen bir gençlik değişim projesinin (youth exchange) içeriğini neredeyse bir eğitim projesine (training course) çevirdik.
Projeye katılan diğer gruplarla iletişimimiz de son derece yapıcıydı. İngilizce seviyesinden ya da sosyal olarak çekingenliğinden geri planda kalan yaşça daha genç katılımcıların da kendilerini rahat hissetmeleri ve ifade edebilmeleri için iletişim kanalları oluşturmaya çalıştık. Birbirimize kendi dilimizden sözcükler, cümleler öğrettik. Ermenistan’dan arkadaşlarla halay çekip, Rusya’dan gelenlerden yemek tarifleri aldık. “Sevgi insanın duygusal bir ihtiyacıdır” deyip, sarılma köşesi oluşturduk. Birlikte şehri gezip Noel pazarlarının büyüsüne kapıldık, Lüksemburg’un sıcakkanlı insanlarıyla tanışıp sohbet etme imkânı bulduk.
Karakutu Derneği’nde toplumsal hafızaya odaklanarak her türlü ayrımcılığa, adaletsizliğe, nefret söylemine karşı duruyor; insan hakları ve demokrasinin savunuculuğunu yapıyoruz. Bunun için düzenlediğimiz Hafıza Yürüyüşlerinde, resmi anlatılarda sesi duyulmayan kişi ve grupların hikayelerini anlatıyor; mekânı, kişisel yaşantıları ve makro politik dönüşümleri harmanlayarak dile getiriyoruz. Nefret söylemi “şimdi”de oluşmaz, salt bugüne bakarak anlaşılamaz diyerek; altını kazımak, ardında yatan politik, ekonomik, sosyal unsurları deşerek tarihsel bağlamında okumak gerektiğine inanıyoruz. Dolayısıyla, Karakutu gönüllüleri olarak, bu projede yer almak bizim için kendi çalışmalarımızla doğrudan örtüşmesi bakımından ayrıca önem taşıyordu. Projedeki tartışmalarımızı ve orada öğrendiklerimizi Karakutu’daki çalışmalarımıza entegre etmek için çabalamaya devam edeceğiz.